Sokak Lambası
Dışarının beyazlığını sarıya çeviren sokak lambası, göz kapaklarını yoklamaya başladıktan kısa süre sonra uyanmıştı. Pencerenin yanındaki koltuğun uyuyakalmak için iyi bir yer olmadığını boynundaki ağrıdan anlayabiliyordu. Düşünmenin bu kadar yorucu olabileceğini ise tahmin etmezdi. Fakat ona yorgun hissettiren asıl şeyin koltuk, düşünmek ya da sokak lambası olmadığını biliyordu. Zihninden kaçmak için son çırpınışlarıydı bunlar. Sanki boğazı duvardaki akrep ile yelkovanın arasındaydı ve vakit daraldıkça nefesi de daralıyordu.
Nermin ikindiye doğru "Akşam konuşmak istiyorum." demek için aramıştı o gün. Sevdiği kadının sesindeki burukluk hâlâ çınlıyordu kulağında. Yapılacak konuşmayı az çok tahmin etmeye çalışırken, önceki gecenin getirdiği yorgunluğun da etkisiyle, uyuyakalmıştı. Uyandığında Nermin’in gelmesine bir saat var ya da yoktu. “Peki gitmesine?” diye bir soru belirdi aklında. Koltuğa mıhlamıştı kendini bu soruyla.
Oturduğu yerden evin içini seyretmeye başladı. Salonun içerisindeki Amerikan mutfak yavaş yavaş netleşiyordu. Tezgahın üstündeki kahve kutusunu gördükten sonra gözleri istemsizce musluğun yanındaki kupaya çevrildi. İçerisinde yarım kalmış bir kahve olduğunu hatırladı. Ne zaman yaptığını ya da neden yarım bıraktığını hatırlayamadı. Canı bir kahve daha istedi ama önce yanındaki sehpaya uzandı eli. Sigarasını buldu, içinden bir tane aldı ve kapağını kapatmadan geri koydu paketi. Üzerinde adını hatırlayamadığı bir araba markasının logosu bulunan çakmağını eline aldı ve can çekişen ateşiyle yaktı sigarasını. Sokak lambası, yıldızlarla arasına çekilen sarı bir barikattı bu akşam.
Uzaklara dalmak asılsız, duygusal bir abartıydı Murat için bu akşama kadar. Geçmişte yaşadıklarının uzunca hatırlamalara mahal vermediğini fark etmişti o an. Kendini koltuktan kazıdı, dört adım ötesindeki dolaba yöneldi. Sigarasını sol eline aldı, çekmeceyi açtı, biraz karıştırdıktan sonra bir kumbara ve bir çakmak çıkardı çekmecenin arkalarından. Ardından koltuğa tekrar mıhladı kendini. Üzerinde farklı tarihler bulunan küçük kağıtları kumbaradan çıkarıp sehpanın üzerine koydu. Bunlar en zor zamanlarında bile birbirlerini ne kadar sevdiklerini hatırlatan, aradan yıllar geçtikten sonra da bakıp hatırlayacakları ve içlerini ısıtacak olan kısa notlardı. Bu notlar birbirlerine verilmez, kumbaranın içine isimsizce atılırdı. Büyük hayalleri kendilerine, küçük mutlulukları birbirlerine bağlamışlardı. Bir sigara daha yaktı.
Notlardan yalnızca biri tarihsizdi. “Ben bu dünyaya seni sevmek için gönderildiğime inanıyorum. Çünkü her şey sevince anlam kazanır sanıyordum. Ama hayır, her şey seni sevince anlam kazanıyormuş.” Bu notu tekrar tekrar okudu. Sigarasının külü kağıdın üzerine düşünceye kadar okudu. Sigarası sönünceye kadar okudu. Not kararıncaya kadar okudu. Bu kez kahve için kazıdı kendini koltuktan.
Salon ve mutfağı ayıran ara tezgah, odanın en sevmediği parçasıydı. Yıkılması gereken bir barikattı onun için burası. Yıkmalıydı fakat yıkmadı. Vazgeçmek daha kolaydı. Vazgeçti. Ardından su kaynadı, kahvesini yaptı ve yerine mıhlandı yeniden.
“Gelmeliydi şimdiye kadar.” diye geçirdi içinden. Telefonunda herhangi bir bildirim yoktu. Gözlerini tekrar pencereye çevirdi. Karların üzerindeki ayak izlerini takip etti. Bu küçük çukurlara neden “iz” dendiğini düşündü. Gözlerini yukarı kaldırdı, yıldızları göremiyordu. Kaybolmak için doğru bir gece olmadığını düşündü. En azından Nermin gelinceye kadar kendini kaybetmeye çalıştığının farkındaydı. Fakat aklının içinde çok iz bırakıyordu. Üstelik orada yıldız da boldu. Tekrar denedi. Bu kez çam ağaçlarıyla adını bilmediği çıplak ağaçları yan yana getirdi. Biri yaz kış aynı görünmekten şikayet ediyor, tekdüzeliğe isyan ediyordu. Diğeri her mevsim değişik şekillere bürünmenin yalancılık olduğunu iddia ediyordu. Fakat ikisi de dinlemiyordu birbirini. Köklerini söküp yürüyebilseler bir saniye daha durmayacaklardı orada. Çünkü kök salmışken dahi vazgeçmek en kolayıydı.
Defalarca zorladı kendini. Karla kaplı kaldırım taşları dürüstlükten, zincirli araba lastikleri özgürlükten, hiç açılmayan televizyon gevezelikten, büyük bir hevesle alınıp odanın bir kenarına atılmış gitar vefadan ve daha niceleri, daha nice şeylerden bahsetti. Sessizlikten nefret ettiğinden değildi eşyaları bu denli konuşturma çabası ama bu kez her zamankilere benzemiyordu. Bu sessizlik, tercih edilmiş bir sükunetin değil mecbur bırakılmış bir acının sessizliğiydi. Aklını dağıtmanın mümkün olmadığına karar verdi, paketin içerisinde kalan son sigarasını yaktı.
Gece, günlük ayrılık ritüelini gerçekleştirmeye yaklaşmıştı. Şehrin ortasına tıkılmış bir kümesten bir horoz bağıracak, ezan sesine sokak sakinlerinin ulumaları karışacak ve küçük etten makineler, büyük metalden makineleriyle karları ezmeye başlayacaktı bir iki saat kadar sonra. Gözü telefonuna ilişti, ardından kapıya. Anahtar ya da bildirim sesi yoktu. O an anladı bitmiş olan bir hikayenin sonundan kaçmaya çalıştığını. Tarihsiz notun sol alt köşesine tarih yazıp, son kez kazıdı kendini koltuktan. Kahve fincanını tezgaha bıraktı, odayı hafif aydınlıkta bırakan lambayı söndürdü ve sanki konuşturduğu tüm eşyalar bu anı bekliyormuş gibi sustu. Yatağa giderken kararını vermişti, artık bir şeyler eskisi gibi değil olması gerektiği gibi olacaktı. Olmadı. Nermin giderken konuşan her şey susmuştu. Bu yüzden Murat, yıldızlara bakmak isteyinceye dek sokak lambasının açık kaldığını görmedi.
Yorumlar
Yorum Gönder